18 Mart 2021 Perşembe

Göz Açıp Kapayıncaya Kadar Bir Kahve Belgeseli


Dün akşam reklamı karşıma çıkınca, bugün öğle kahvemi içerken izledim "Göz Açıp Kapayıncaya Kadar Bir Kahve Belgeseli"ni. Arçelik'in hazırladığı ve merkezinde Okan Bayülgen'in olduğu işin ana teması "kahve makinaları faydalıdır" olsa da, bu kör göze parmak yapılmadan o kadar güzel ve özel anlatılmış ki, 1 saat 14 dakikalık belgesel gerçekten göz açıp kapayıncaya kadar bitti. 

"Reklam değil. Film gibi ama film de değil" diyor Bayülgen repliklerden birinde. Arçelik'in instagram sayfasında ise docudrama olarak adlandırılmış bu film. Ben de önce bunun ne demek olduğuna baktım. Documentary ve drama kelimelerinin birleşmesiyle ortaya çıkmış ve yarı belgesel demekmiş. Bu işin böyle adlandırılmasının nedeni de, alanlarında uzman isimlerin anlatımlarıyla, Okan Bayülgen'in canlandırdığı tiplemenin biraraya gelmesi sanırım. 

Okan Bayülgen filmin hem oyuncusu hem de iki yazarından biri (Yazan diğer isim Selin Atasoy.) Hal böyle olunca, iş de tam Bayülgen kafasında olmuş. Filme drama özelliğini veren ana karakter, hiç uyumadığı için kısa uykularından birdenbire uyanan, sonrasında da yine kısa uykulara ihtiyaç duyan bir adam. Filmin belgesel yönüne ise pek çok isim katkıda bulunmuş:   

Tarihçi - Yazar Doç. Dr. Emrah Safa Gürkan kahvenin ortaya çıkışını ve 16. yüzyılda İstanbul'dan geçerek Avrupa'ya nasıl yayıldığını anlatıyor mesela. Osmanlı'da kahve içmenin nasıl bir keyif olduğunu, bugün zincir kahvecilere neden daha çok beyaz yakalı çalışanların gittiğini...

Eğitimci - Danışman Osman Serim, Türk kahvesinin özelliklerini anlatıyor. Dünya kahve pazarında nasıl yer edinebileceğimizi, kahve makinalarından sonra mutfaklarda kahveyle ilgili hangi makinenin çıkması gerektiğini...

Parfümör - Yazar Vedat Ozan aslında sadece burnumuzla değil gırtlağımızla da koku aldığımızdan bahsedip, kahvenin bu konudaki özelliğinden bahsediyor. 

Müzisyen Tuncer Tunceli (kendisinin yolu Bayülgen'le Zaga'da da kesişmiştir) sineztezi diye bir kavramdan bahsediyor ki, tam bu noktada videoyu biraz durdurmanız gerekebilir. Çünkü aklınız başka yerlere kayacak. Mesela benim aklım kavrulan domates kokusuna ve annemin domatesli pilav yaptığı pikniklerimize gitti. 

Kahveyi neden höpürdeterek içmek gerekir? Adlarını söylerken zorlandığımız kahvelerin pek çoğu aslında hangi kahveden türemiştir?  Uyuyamadığımız için mi kahve içiyoruz yoksa kahve içtiğimiz için mi uyuyamıyoruz? Balzac gerçekten kahve yüzünden mi öldü? Günde 3 sade Türk kahvesi içen Ahmet Ümit'in kahveyle ilgili çocukluk anısı ne? Kız istenirken damat neden tuzlu kahve içer? Bu soruların ve daha fazlasının cevaplarını da diğer katılımcılar veriyor. Ve tabii kapanış da 2002 yılından bu yana Arçelik Kahve Makinalarını tasarlayan ekipte yer alan 3 endüstriyel tasarımcının anlattıklarıyla yapılıyor. 

Taze demlenmiş mis gibi bi filtre kahvenin kokusunu duyunca dayanamam ama bana "tarafını seç" deseler, oyumu hiç düşünmeden Türk Kahvesi'ne veririm. Sade, bol köpüklü ve mümkünse duble. Bu nedenle "kardeşim madem memleketimize gelip dükkan açtınız, ne demek bizde Türk kahvesi yok?!" diyecek kadar da atarlıyımdır. Evde 6 yıldır kahveyi makineyle yaptığımı da düşünürsek, genel olarak keyifle izledim bu filmi. 

Şimdi gelelim filmin sonunda takıldığım birkaç konuya: 

3.20'inci dakikada kahramanımızın "ben kendime güzel koyu bir kahve yapayım" dedikten sonra Türk kahvesi yapmasını yadırgadım biraz. Koyu deyince aklıma olması gerekenden daha fazla kahve miktarıyla demlenmiş filtre kahve geldi çünkü. "Kendime bol köpüklü -ya da telvesi bol- bir kahve yapayım" dese daha iyi olurdu sanki?

Tuncer Tunceli'nin bahsettiği ama sözlerini tam olarak hatırlamadığı Barış Manço şarkısı elbette kafama takıldı. Şarkının adını söyleyeyim, sizin kafanıza takılmasın: Eski Bir Fincan. Sözlerini de sona ekliyorum. Buyrun, adı geçen diğer şarkı olan One More Cup of Coffee'yi de buraya tıklayarak dinleyebilirsiniz. 


Peki filmin ortalarında içini de gördüğümüz ama kapanış sahnesindeki harika balkon, hangi apartmana ait? 

İtalyan mimari tarzıyla U şeklinde inşa edilen ve 400 metrekarelik eşsiz bahçesiyle şahane bir avlusu bulunan apartman, Beyoğlu'ndaki Doğan Apartmanı. 127 yıldır pek çok sanatçı, oyuncuya, gazeteciye evsahipliği yapan binayı daha önce başka güzel işlerde de gördünüz aslında. Şener Şen'in oynadığı Muhsin Bey filmi ile Eşkıya'yı bi düşünün mesela. 

Ve son olarak bu filmden akılda kalan birkaç cümle:

* "Mutlu muyum? sorusu bir tuzaktır. İnsanın kendi kendisine tuzak kurmasıdır."

* "İnsan hem İstanbul'a gelip, hem İstanbul'dan döner mi? E olur bazen. Bazen, geldiğimiz yere gitmiyor muyuz zaten?"

* "Aslında zehir yoktur, sadece doz vardır. "

* "Hep parlak, abartılı bir an'ı aramak niye?"

 Eski Bir Fincan - Barış Manço

Dinle oğlum, çok eskiden bir konakta
Akşamları gaz lambası ışığında
Paşa dedesinden kalan bu fincanla
Ninem eliyle kahve sunarmış Abdi Bey'e
Yıllar sonra kırk üç - kırk dört harp ortası
Ekmek karnesi ve yoksulluk yılları
Kayınvalidesinden kalan bu fincanla
Bu kez annem eliyle kahve sunarmış Hakkı Bey'e
Eski konak yıllar önce yandı gitti
Ekmek karneli zor günler çoktan bitti
Abdi ve Hakkı Beyler







2 yorum:

  1. Yıllardır ağ güncesinde sinema filmi tanıtımları yazmaya çalışan biri olarak, izlediğim bir işi yazsa bile burada yazılanları okumak hoşuma gidecek. Hoşgeldiniz ;)

    YanıtlaSil
  2. Yıllardır ağ güncesine HARİKA sinema filmi tanıtımları YAZAN biri olarak, yorumun beni çok mutlu etti. :)

    YanıtlaSil